Prof.Dr.Yusuf Ziya İrbeç'in Turquie Diplomatique'de Yayınlanan Makalesi
ENERJİ KAYNAKLARI VE KÜRESEL GÜÇ DENGELERİ
Türkiye’nin güneyinde ve güneydoğusunda tüm dünya doğalgaz rezervlerinin % 70’e yakını bulunmaktadır. Burada bulunan önemli kaynaklar üzerinde hem Rusya, hem Çin, hem de Amerika Birleşik Devletleri nüfuzunu korumak ya da arttırmak istemektedirler. Avrupa Birliği ülkelerine doğalgazın nereden ve ne kadar geleceği de, AB ülkeleri dışındaki dinamiklerle belirlenmektedir. Bu anlamda, ABD ve Rusya'nın izlediği enerji politikaları, AB ülkeleri enerji tedariki açısından oldukça önemli ekonomik ve politik sonuçlar doğurabilmektedir. Kıbrıs açıklarında, İsrail ile işbirliği sonucunda bulunan gaz rezervleri de AB ülkeleri açısından çok önemlidir. Bu doğalgaz kaynaklarının Akdeniz’in altına kurulacak bir boru hattından yararlanarak, Yunanistan üzerinden Avrupa’ya dağılması da söz konusu olabilecektir.
Görüldüğü gibi, dünya enerji piyasasında giderek kızışan bir rekabet kendisini açıkça hissettirmektedir. Hem Türkiye’nin enerji talebi artmakta, hem de dünyada aynı yönde bir gelişme gözlemlenmektedir.
Enerji politikaları, günümüzde ülke haritalarının tekrar gözden geçirilmesi açısından oldukça etkili olmaktadır. Komşumuz Suriye’de olup bitenleri sadece insan hakları ve demokrasi açısından mercek altına alırsak çok yanıltıcı sonuçlara ulaşabiliriz. Burada olup bitenler, Rus doğal gazının Avrupa’ya taşınması ile yakından ilgilidir. Suriye’de batı yanlısı bir hükümet olduğu takdirde, Katar, Rusya’nın Avrupa enerji pazarındaki güçlü konumunu yeni açılacak doğalgaz boru hatlarıyla sarsabilecektir. Böyle bir durum; İran, Irak ve Suriye’den geçen boru hatlarında batı ülkelerinin denetim gücünü de arttıracaktır. Bu ise, Rusya’nın önem verdiği Güney Akım Projesini zayıflatabilecek niteliktedir. Bu bakımdan, Rusya Suriye’nin Akdeniz kıyısında bulunan Tartus askeri üssünü kaybetmemek için konumunu daha da güçlendirmek isteyecektir.
BP tarafından hazırlanan “2030 Yılı Enerji Görünümü” raporuna göre; küresel enerji talebinde yıllık artış oranı yavaşlamasına rağmen, OECD dışındaki ülkelerdeki ekonomik büyüme ve nüfus artışının etkisiyle önümüzdeki yirmi yılda da artmaya devam edecektir. 2030 yılına kadar dünya nüfusunun 1 milyar 400 milyon artması beklenirken, küresel enerji talebinin %40 civarında artacağı öngörülmektedir. Enerji talebinin artışında yükselen ekonomilerin (Emerging Economies) ağırlığı %96 olarak tahmin edilmektedir. Talep artışındaki büyümenin %50’den fazlasının Hindistan ve Çin’den kaynaklanması kaçınılmaz olarak görülmektedir. Hindistan enerji tüketimini bugünkü seviyesinin iki katına çıkaracaktır. Bu dönemde, dünya enerjisinin %81’i kömür ve petrolü ifade eden fosil yakıtlardan elde edilecektir. Fosil yakıtlar içinde petrolün ağırlığı %87 olarak hesaplanmaktadır. Yenilenebilir enerji kaynakları ise; dünya elektrik ihtiyacının %11’ini karşılayabilecektir. Yenilenebilir enerjinin yıllık ortalama büyüme hızı %8 olacaktır.
Enerji talebi ile bağlantılı olarak beklenen diğer gelişmeler şu şekilde özetlenebilir:
- Nüfus ve gelir enerji talebinde belirleyici olma özelliğini sürdürecektir.
- Geçtiğimiz 20 yıl içinde dünya nüfusu 1 milyar 600 milyon kişi arttı. 2010-2030 yılları arasındaki ortalama nüfus artış hızının düşüşe geçtiği görülmektedir. BP tarafından yapılan tahmine göre, nüfus artış hızı ortalama binde 9’a gerileyerek, nüfus 2012-2030 yılları arasında sadece 1 milyar 400 milyon kişi artacaktır.
- Ülkelerin yurtiçi hasılalarında, düşük ve orta gelir düzeyindeki ekonomilerin öncülüğünde artış beklenmektedir. 1990-2010 yıllarında yıllık bazda %3.2 oranında artan YİH, 2010-2030 döneminde %3.7’ye yükselecektir. Bu durum, kişi başına düşen milli geliri olumlu yönde etkileyecektir.
- Yurtiçi hasıla birimi başına düşen enerji olarak ölçülen enerji etkinliği (energy efficiency) artmaya devam edecek ve 1990-2010 yıllarında %1.2 olarak gerçekleşen bu oran; 2010-2030 yılları arasında %2’ye yükselecek ve kişi başına enerji tüketimi artışında az miktarda da olsa belirli bir frenleme etkisi yapabilecektir.
Bu gelişmeler; enerji piyasasının dinamiklerinin giderek OECD ülkelerinin dışında belirleneceğini göstermektedir. OECD üyesi olmayan ülkelerin 2010-2035 yılları arasında dünya genelinde nüfus artışının %90’ını, ekonomik üretimin %70’ini ve enerji talebindeki artışın %90’ını belirleyeceği tahmini de yapılmaktadır. Son dönemlerde yayınlanan enerji raporlarında; enerji verimliliğinde artış ve yenilenebilir enerjide güçlü bir büyüme de öngörülmektedir.
TÜRKİYE VE ENERJİ POLİTİKALARI
Türkiye, OECD ülkeleri arasında geçtiğimiz 10 yıllık dönemde enerji talep artışının en hızlı geliştiği bir ülke konumundadır. Uluslararası Enerji Ajansı verilerine göre; 2012-2035 yılları arasında enerji sektöründe yapılacak toplam yatırımların dünyada 37 trilyon doları aşacağı tahmin edilmektedir. Aynı yöndeki tahmin Türkiye için 120-130 milyar dolardır.
Şahdeniz 2 Konsorsiyumu ile Nabucco Konsorsiyumu arasında imzalanan anlaşma ve Azeri doğalgazının AB’ye taşınmasında altyapıyı sağlayacak TANAP doğalgaz boru hattı anlaşmasının Azerbaycan ve Türkiye tarafından imzalanması, Avrupa Birliği tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Enerjiden sorumlu AB Komiseri Günther Oettinger’in açıklamaları da bu yöndedir.
Son yıllarda hızla artan enerji fiyatları ve enerji ithalatı cari açığımızı doğrudan etkilemektedir. Türkiye’nin ithalatının yaklaşık %24’ü enerji ürünleridir. Dünyadaki enerji fiyatları sanayideki rekabet gücümüzü de doğrudan etkilemektedir. Örnek olarak sanayide rekabet ettiğimiz Çin, Güney Kore ve Hindistan gibi ülkelerin sanayisi bizden daha ucuz elektrik enerjisi kullanabilmektedir. 2013 yılı başında elektrik enerjisi fiyatları bu ülkelerde birim başına 8 cent civarındayken, bu fiyatlar bizde 14-15 cent civarında seyretmektedir. Doğalgaz fiyatları Avrupa ülkelerinde 2012 yılında %4.5 civarında artmış olmasına rağmen, Türkiye’deki artış %30 olmuştur.
Türkiye enerjisinin yaklaşık %76’sı dışa bağımlıdır. Birincil enerji kaynakları bakımından dışa bağımlılık %72’dir. Petrol ithalatında İran ve Rusya’ya bağımlılık %63’tür. Doğalgaz ithalatında ise, bu iki ülkeye bağımlılık oranı %77’dir.
Uluslararası jeopolitik gerginlikler, enerji fiyatlarının hızla artmasına neden olabilmektedir. OECD tahminlerine göre; petrol fiyatlarında varil başına her 10 dolarlık yükseliş, üye ülkelerde ekonomik büyümeyi ortalama 0,25 puan düşürmekte, enflasyonu ise yine yaklaşık 0,25 puan arttırmaktadır. OECD dışındaki ülkelerin hemen hemen hepsinde küresel enerji talebinin 2030 yılı itibariyle % 39 oranında artması, yani yılda % 1,6 oranında büyümesi muhtemel görünürken, OECD ülkelerindeki tüketimin bu dönem içerisinde toplamda sadece % 4 oranında yükselmesi beklenmektedir.
Türkiye’de yenilenebilir enerji kaynaklarına olan ihtiyaç açıktır. Türkiye su, rüzgâr, güneş, jeotermal, biokütle kaynakları ve kömür gibi yerli kaynakları devreye sokabildiği ölçüde; enerji bağımlılığını azaltabilecektir. 2011 yılı sonu itibarıyla, Türkiye’nin toplam kurulu elektrik enerji gücünün % 36,1'i yenilenebilir enerji kaynaklarından, özellikle hidroelektrik santrallerinden elde edilmektedir.
Türkiye’de bir yılda 8640 saat içerisinde 1800 saat çalışabilecek güneş enerji kaynağı bulunuyor. Bu miktarlar rüzgârda 2400 saat, su kaynaklarında 6500-7000 saat ve kömürde 8000 saattir.
Petrol ve doğalgaz kaynakları yanında, önümüzdeki dönemde belli özelliğe sahip kayaların gözeneklerinde ve yeraltındaki kaya tabakalarının arasında bulunan kaya gazı da, enerji üretimi ve tüketiminde önemli bir yer tutacaktır. Kaya gazı yerin 4-5 bin metre derinliğindeki kayaların parçalanması sonucu ortaya çıkan gazın yeryüzüne çekilmesi ile elde edilmektedir. Teknolojide kaydedilen son ilerlemeler sayesinde, kaya gazı fracking denen metotla çıkarılmakta ve bugünün dünya şartlarında ekonomik bulunmaktadır. Bu bakımdan, başta doğalgazda dışa bağımlı ülkeler, kaya gazı ile daha fazla ilgilenmeye başlamışlardır.
Kaya gazı, diğer petrol ürünlerine göre daha ekonomik bir nitelik taşımaktadır. Uzun yıllar önce, ABD hükümetinin kaya gazı alanındaki ilk teknolojilere 137 milyon dolarlık yatırım yaptığı, bunun da 20-30 yıl sonra kaya gazı devrimine önemli katkılar sağladığı yönünde tespitler vardır. Günümüz dünyasında araştırma-geliştirme için yıllık bazda 1.4 trilyon seviyesinde harcama yapılmaktadır. Bütün bu gayretler, daha iyi ve etkin teknolojilerin rekabet ortamına kazandırılması içindir. Bazı ülkeler, kaya gazı kullanımına öncülük edecek doğalgazın otomobilde kullanımı için önemli adımlar atmışlardır. Financial Times gazetesinde 7 Ocak 2013 tarihinde yayınlanan makalede; yapılan bir araştırmaya göre İran’ın doğalgazlı araç sayısında dünya lideri olduğu belirtilmektedir. İran’ı, Pakistan, Arjantin, Brezilya ve Hindistan gibi ülkeler takip etmektedir.
Türkiye’nin 1 trilyon 800 milyar m3 dolayında kaya gazı rezervi olduğu dillendirilmeye başlanmıştır. Shell ile beraber Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı Diyarbakır Sarıbuğday 1 sahasında kaya gazı arama çalışmalarını başlatmış durumdadır. Türkiye’de özellikle Diyarbakır, Trakya ve Erzurum’da kaya gazı potansiyelinin yüksek olduğu yönünde tahminler yapılmaktadır.
Rusya’ya doğalgazda çok büyük miktarda bağımlı olan Ukrayna son yıllarda kendi kaya gazı potansiyelini keşfetmiş durumdadır. Ukrayna’nın rezervleri, kaya gazı, kömür esaslı metan gazı ve kum taşlarında bulunan sıkışık gaz denen gazlarla birlikte 2 trilyon m3’ün üzerinde tahmin edilmektedir.
Dünya kaya gazı devleri arasında 36 trilyon m3 ile Çin başı çekerken, Amerika Birleşik Devletleri 24 Trilyon 500 milyar m3 ile ikinci sırada yer almaktadır. Rezervler bakımından Arjantin 21 trilyon 900 milyar m3, Meksika 19 trilyon 300 milyar m3, Güney Afrika 13 trilyon 700 milyar m3 ve Avustralya 11 trilyon 200 milyar m3 ile bu ülkeleri takip etmektedir.
Çin’de enerji tüketimindeki artışın, ekonominin olgunlaşmasıyla birlikte 2020 yılından sonra önemli ölçüde yavaşlaması beklenmektedir. Hindistan’ın nüfusunun Çin’i geçme yolunda ilerliyor olmasına rağmen, enerji talebindeki büyümenin Çin’in enerji talebindeki büyümesini yakalaması muhtemel görünmemektedir. Orta Doğu bölgesindeki kişi başına düşen enerji tüketiminin dünyanın OECD ülkeleri dışındaki bölgelerden üç kat daha fazla olmaya devam edeceği yönündeki beklentiye karşı, Orta Doğu ülkelerinin küresel talebi karşılamak için ihtiyaç duyulan yeni üretimi sağlayacak kapasiteye sahip olduğu ileri sürülmektedir.
BP tarafından yapılan tahminlere göre; petrol talebindeki kademeli düşüş karşısında ABD’deki petrol ve kaya gazı, Kanada’daki kumlu petrol ve Brezilya’daki derin denizde bulunan alternatif yakıt kaynaklarındaki artışın etkisiyle, batı yarımküre 2030 yılı itibariyle kendi enerji ihtiyacının neredeyse tamamını karşılayabilecek duruma gelecektir. Biyolojik yakıtların yanı sıra alışılmışın dışındaki petrol ve gaz kullanımından kaynaklanan tedarik artışının desteğiyle, Kuzey Amerika’daki enerji açığının 2030 itibariyle küçük bir enerji fazlasına dönüşmesi bile beklenmektedir.
Buna karşılık, başta Asya olmak üzere dünyanın geri kalan bölgelerindeki büyüme, artan petrol ihtiyacını karşılamak üzere büyük ölçüde Orta Doğu’ya bağımlı kalmaya devam edecektir. Bu gelişmeler karşısında, günümüz dünyasında yakıt olarak en çok kullanılan petrol, 2030 yılına kadar pazar payında düşüş yaşamaya devam edecektir. Nüfus ve enerji talebindeki artışa paralel olarak; hidrokarbon sıvısına yönelik talep, 2010 yılına göre % 18 artışla 2030 yılında günlük bazda 103 milyon varil seviyesine ulaşabilecektir. Bu ise, 2030 yılında 16 milyon varil/gün ek talep manasına gelmektedir.
KÜRESEL ÖLÇEKTE ENERJİ DİPLOMASİSİ
Geleneksel diplomaside kısa dönem başarı ya da başarısızlıklar ön planda tutulabilmektedir. Buna karşılık, enerji diplomasisi daha sağlam politikalar üzerine inşa edilen uzun vadeli bir süreçtir. Bu süreçte, dış politika hedeflerinin gerçekleşme yüzdeleri ve hedeflerden sapmalar önemle takip edilmektedir. Enerji politikasında enerji güvenliği, çevre ve enerji ekonomisi birlikte değerlendirilmek zorundadır.
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Obama, ABD’nin petrol ithalatını 2025 yılına kadar üçte bir oranında azaltması gerektiği yönündeki görüşünü 2011 yılında daha fazla dile getirmiştir. Enerji ihtiyacı baskısı altında olan dünyanın ikinci ekonomisi Çin, 2020'ye kadar ABD'nin ardından en çok petrol stoku yapan ülke olmayı hedeflemektedir.
Uzmanlar, Çin'in 3 trilyon ABD dolarının üzerinde döviz rezervi olmasına rağmen, petrolün sadece parayla halledilebilecek bir sorun olmadığını, "siyasi içerikli bir ticari nesne olduğu" değerlendirmesinde bulunmaktadırlar. Bu hususun farkında olan Çin, 2020'ye kadar ABD'nin ardından en büyük petrol stokunu elinde bulunduran ikinci ülke olmayı hedeflemiş durumdadır.
Çin, her şeyden önce orta ve uzun vadeli stratejilerle enerji ihtiyacı ve petrol tedarikini garanti altına alma zorunluluğu ile karşı karşıyadır. Bunun için enerji üretimi yapan ülkelerle ilişkilerini sağlamlaştırma yoluna giden Çin, Orta Asya'dan Afrika'ya, Ortadoğu'dan Latin Amerika'ya ve Suudi Arabistan'a kadar birçok ülkeyle arasını iyi tutarak enerji tedariki alternatiflerini artırmaya çalışmaktadır.
Uzmanlar; "Enerji konusunda yanlış atılacak bir adım, iyi yolda giden Çin ekonominin kaldıramayacağı riskleri beraberinde getirir" görüşünü sık sık dile getirmektedirler. Şiamın Üniversitesi Enerji Ekonomileri Araştırma Merkezinden Lin Boçiang, petrol ihtiyacı sürekli artan Çin'in dışardan ithal ettiği petrol oranının % 80'e çıkma ihtimali olduğunu savunmakta ve bu bağlamda "Çin elini çabuk tutarak alternatif petrol kaynaklarına yönelmek zorundadır ve petrol ihtiyacını garanti altına almalıdır" görüşünü dile getirmektedir.
Dünyanın en çok petrol ithal eden ikinci ülkesi olan Çin'de enerji tedarikindeki güvenlik, ülkenin ekonomik büyümesi yolunda büyük bir sorun olarak görülmektedir. Çin, önümüzdeki dönemde dünyanın en büyük enerji tüketicisi olarak yerini daha da sağlamlaştıracaktır. Bu ülke, 2035 yılında kişi başına enerji tüketimi açısından ABD’deki seviyenin yarısından daha az bir noktada bile, toplamda Amerika Birleşik Devletlerine göre, %70 daha fazla enerji tüketir konuma ulaşacaktır. 2 milyar nüfustan daha fazla insan sadece Çin ve Hindistan’da yaşıyor olacaktır. Bu da, ekonomik büyümeyle birlikte daha fazla enerji tüketimi anlamına gelecektir.
ORTADOĞU DENKLEMİNDE SURİYE KRİZİ VE ENERJİ POLİTİKASI
Suriye, güney enerjisinin Türkiye üzerinden Avrupa'ya ulaştırılmasında önemli bir geçiş noktası üzerinde bulunmaktadır. Rusya, hem Akdeniz’e açılan bir kapıyı kaybetmemek, hem de kendisine rakip olabilecek doğalgaz ve petrol boru hatlarını kontrol etmek istediği için, Suriye krizine doğrudan müdahil olmak istemektedir.
Enerji diplomasisinde, Ortadoğu ve körfez bölgesi ayrı bir öneme sahiptir. Enerji kaynaklarının önemli bir bölümü burada bulunmaktadır. Hürmüz Boğazı, Süveyş Kanalı, Yemen ile Cibuti arasında bulunan Bab El-Mandab geçidi de bu bölgededir. Bu geçit noktalarına İstanbul ve Çanakkale boğazlarını da eklediğimiz zaman, resmi daha iyi görebiliriz. Dünya petrol tüketiminin yaklaşık %23’ü ABD, %17’si Avrupa Birliği ülkeleri, %10’u Çin ve %5’i Japonya tarafından gerçekleştirildiği için, bu bölgedeki rekabet oldukça yüksektir. Çin, en çok petrolü Suudi Arabistan'dan ithal etmekte ve liste sırasıyla Angola, İran, Rusya, Irak, Sudan, Kazakistan, Venezuela, Kuveyt şeklinde devam etmektedir. İran’ın petrol ihracatında da, Çin ilk sıralardadır. Bilindiği gibi, Çin Suriye krizinde Rusya ile birlikte İran’ın yanında yer almıştır. İran, Irak, Kuveyt, Libya, Nijerya, Katar, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Venezuela, Cezayir, Angola ve Ekvator’un üye olduğu OPEC ülkeleri; 2011 yılı sonu itibarıyla dünya ham petrol rezervlerinin 1200 milyar varille %81’ine, OPEC üyesi olmayan ülkeler ise, 282 milyar varille sadece %19’una sahiptir. Bu ise, OPEC ülkelerinin durumunu ve Ortadoğu’nun stratejik anlamını açıkça göstermektedir. Katar ise, Avrupa Birliği doğalgaz ithalatının %8’ini tek başına karşılamıştır. Katar’dan Avrupa’ya uzanacak yeni boru hatları Rusya’nın Avrupa Birliğine doğalgaz ihracatını olumsuz etkileyebileceği için, muhtemel enerji güzergâhları üzerinde yeni krizlerin çıkabilme potansiyelini göz ardı etmemeliyiz.
İran, Çin ve Hindistan’a giden enerji koridorlarında çok önemli bir rol üstlenebilecek konumunu korumaktadır. Hazar Bölgesi ile Basra Körfezinin birbirine bağlanması durumunda, Çin ve Hindistan’a giden en kısa suyolunun kullanılabilmesi İran ile işbirliği yapılması ile mümkün olmaktadır. Böyle bir durum, ABD ve İsrail enerji stratejilerinin tekrar ele alınması anlamına gelir ki, çözümü kolay bir konu olamamaktadır. Bu bakımdan, bölgedeki enerji odaklı mücadelelerin devam etmesi kaçınılmaz görünmektedir.
Dünya’da her yüzyılda haritaların yeniden şekillendiği görülmektedir. Avrupa’da 1815 Viyana Kongresi ile başlayan süreç, 1914 Birinci Dünya Savaşı ile yeni bir boyuta taşınmıştır. 17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta başlayan Arap Baharı da yine bir asır sonra enerji kaynaklarına yakın bölgelerde yeni bir dönemin habercisi gibi algılanmaktadır. Dünya tarihinde, teknolojik ve bilimsel gelişmelere ayak uydurabilenler daha başarılı olabilmektedir. Arap ülkelerinde yıllık bazda basılan bilim ve teknoloji alanındaki kitap sayısı 6 bin iken, bu sayı Kuzey Amerika’da 102 bindir. Böyle küçük bir kıyaslama bile, kimlerin bu süreçte daha etkin olabileceğini göstermektedir.
Asya’nın büyümesini ve dinamizmini kontrol altında tutmak, Amerika Birleşik Devletleri ekonomik ve stratejik çıkarları için oldukça önemli görülmektedir. Doğu ve batıyı enerji vasıtasıyla kontrol altında tutabilmek, ABD-Türkiye-İran işbirliğini zorunlu hale getirmektedir. Bu ise, bölgesel güç dengeleri içinde gerçekleştirilebilecek kolay bir alternatif olarak görülememektedir.