YÜKSEK ÖĞRETİMDE ÖNE ÇIKAN YENİ EĞİLİMLER VE GLOBALLEŞEN EĞİTİM POLİTİKALARI
YÜKSEK ÖĞRETİMDE ÖNE ÇIKAN YENİ EĞİLİMLER VE GLOBALLEŞEN EĞİTİM POLİTİKALARI
Prof. Dr. Yusuf Ziya İRBEÇ
Önümüzdeki dönemde, Yüksek öğretimde kişisel yeteneklerin ön plana çıkarılması yönündeki uygulamalar giderek ağırlık kazanmaya başlayacaktır. Yaşam boyu eğitim felsefesinin öğrencilere üniversite döneminde benimsetilmesi de başka bir önemli nokta olarak karşımıza çıkmaktadır.
Globalleşen piyasaların gölgesinde mal ve hizmetlerin sınırötesi hızlı akımı ile birlikte bilim ve teknolojide daha da fazla yoğunlaşan araştırma trafiği; teknolojik gelişmenin tek etkeni ve motoru değildir. Bilimsel bulgular, pazarlanabilen ürün ve ekonomik değer olarak da karşımıza çıkmaktadır. Bu olgu, sanayileşmiş ülkeler ve gelişmesi oldukça yüksek seviyede bulunan ekonomik bölgeler için de geçerlidir. Özellikle, son on yılda eğitimle uygumalı araştırma asrasındaki ilişki daha da fazla dikkati çekmeye başlamıştır.
Dünyadaki gelişmeleri göz önüne alarak, Türkiye’de Yüksek öğretim politikalarının uygulanması aşamasında üç ana faktörün gözden uzak tutulmaması gerekmektedir. Bunlar:
- Yerel ihtiyaç ve isteklere yönelik eğitim programları,
- Milli ihtiyaç ve isteklere yönelik eğitim programları,
- Uluslararası gelişmelerle yerel ve milli ihtiyaçları uyumlu halde geliştirebilecek eğitim programları.
Ayrıca Türkiye, dünya entellektüel sermayesi içindeki rekabet gücünü arttırabilmek için, laboratuvar ve yeni ürün prototiplerini geliştirmek, bunları desteklemek ve Entellektüel Mülkiyet korumasını güçlendirmek için tedbirler almalıdır.
Yüksek Öğretim kurumlarına yüklenen öğretim-eğitim ve araştırma görevlerinin yanında, hızlı gelişen rekabet ortamı üniversiteleri “İş Geliştirme için Sarsıcı Teknolojiler” alanında çalışmaya da zorlamaktadır. Örnek olarak; hastalıkların genetik mekanizmalarının tesbiti, mikrocerrahi ve nanoteknoloji gibi alanlarda yapılan çalışmalar dikkat çekmektedir. Yeni teknolojik gelişmeler, sağlık sektörü gibi geniş kitleleri yakından ilgilendiren alanlarda da yeni uygulamaları beraberinde getirmektedir.
Ekonomik Büyüme için gerekli olan
müteşebbislerin ortaya çıkartılması da yeni dönem üniversitelerinin öncelikleri arasında yer almalıdır.
Yüksek öğretimde, kamu ve özel sektörün ortaklaşa sorumluluk anlayışı ile uluslararası standartların yakalanması hedeflenmelidir. Bilgi yığınları içinden teknolojiyi kullanarak gerekli olanların alınabilmesi ve değerlendirilebilmesi becerisinin geliştirilmesi konusu da yüksek öğretimin hedefleri arasında yer almalıdır.
Türkiye’de geliştirilmekte olan 21. Yüzyıl yüksek öğretim anlayışı, özellikle 3 konuya öncelik vermelidir. Bunlar:
1) Uygulama-Eğitim ilişkisi: Türkiye’de sanayi-üniversite işbirliği daha da geliştirilmelidir.
2) Eğitimin finansmanı ve değişen nüfus yapısına göre yeni politikaların devreye sokulması gerekmektedir. Türkiye’nin toplam nüfusunun %3’üne yaklaşan bir öğrenci kitlesinin üniversite eğitimi almak için mücadele verdiği bir ülkede, yüksek eğitimin sadece devlet tarafından finanse edilmesinin zorluğu açıkça görülebilmektedir. Yüksek öğretimde, kaliteden taviz vermeksizin kamu-özel sektör işbirliği daha da yaygınlaştırılmalıdır.
3) Eğitim kurumlarının, öğrenciler yanında yetişkinlere veya iş hayatında olanlara yönelik de programlar geliştirmesi gerekmektedir. Hayat boyu eğitim sloganı altında birçok Avrupa ülkesinde bu tür eğitim programları giderek yaygınlaşmaktadır. Belçika, Danimarka, Finlandiya, Fransa, İzlanda, İrlanda, Hollanda, Norveç, Polonya, Slovakya, İsveç ve İngiltere gibi ülkelrin üniversitelerinde bu tür örnekler rahatlıkla görülebilmektedir. Avrupa Yüksek öğretim kurumlarının yaklaşık üçte ikisinde iş hayatının isteklerine cevap verecek mekanizmalar oluşturulmuştur. Bu yükseköğretim kurumlarının hemen hemen yarısı (%49) başka kurumlarla ortak programlar yürütmektedir.
Son yıllarda, Üniversiteler dünya ile entegrasyona giderek daha da önem vermekte ve ders programlarını buna göre oluşturmaktadırlar. Avrupa Üniversiteler Birliği tarafından yapılan bir araştırmaya göre; Birliğe üye üniversitelerin %16’sı dünya’ya hizmet üretme eğiliminde bulunurken, sadece Avrupa ülkelerine hizmet üretme eğiliminde bulunanların oranı %13’dür.
Dünya genelinde yabancı öğrencilerin eğitim gördüğü ülkelerin incelenmesi ise,; uluslararası işbirliğine açık üniversitelerin daha fazla öğrenci çekebildiklerini göstermektedir. Dünya bölgeleri arasında en büyük öğrenci hareketliliği, Asya ve Uzakdoğu’dan Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’ya olmaktadır. Bu sayı yıllık bazda 300 binin üzerindedir. Buna karşılık Avrupa Birliği ülkelerine gelenlerin sayısı 180 bin civarındadır. Afrika kıtasından Avrupa Birliği ülkeleine gelenlerin sayısı ise, yıllık bazda 120 bin seviyelerindedir. Asya ve Uzakdoğu’dan gelen öğrenciler, Avrupa Birliği ülkeleri yerine daha fazla Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’yı tercih etmektedirler (oranlar %63’e karşılık %37’dir.). Buna karşılık, Afrika kıtasından gelenlerin daha fazla tercihi Kuzey Amerika yerine Avrupa Birliği ülkeleridir (oranlar %75’e karşı %25’dir.).
Başta sanayileşmiş ülkeler olmak üzere, yüksek öğretim kurumları ders programlarını yaparken iş dünyasının isteklerini son on yılda giderek daha fazla dikkate almaya başlamışlardır. Bu eğilim, Kuzey Amerika bölgesinde Avrupa Birliği ülkelerine göre daha yüksektir. Avrupa’da sadece üç ülkede ( İrlanda (%60), İngiltere(%61) ve Litvanya (%87.5)) iş dünyasının isteklerini göz önüne alma oranı %50’nin üzerindedir. Bu oranlar Fransa’da %43, Almanya’da %22, Norveç ve İsveç’te %20’dir. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu Yunanistan, Portekiz, İspanya, Polonya ve Romanya gibi ülkeler de ise, bu oran %15’in altındadır.
Özellikle yüksek öğretimde dünyada hızlanan bilgi akışı ile birlikte birlikte, toplumlararası etkileşimler artmış ve ülkeler yeni tedbirlerin alınması yönünde politikalar geliştirmeye başlamışlardır. Bu dönemde, en çok üzerinde durulan politik hedefler arasında;
- Yüksek öğretime yönelik olarak geliştirilen genel prensipler çerçevesinde uluslararası alanda görüş birliğinin sağlanması için çalışılması,
- İşbirliğinin geliştirilmesi için bilgi akışından mümkün mertebe daha fazla yararlanılması,
- Bilgi toplumunun oluşturulmasına karşı ulusal veya uluslararası alanda ortaya çıkabilecek engellerin kaldırılması,
- Yeni ürünler veya hizmetler için pazarların oluşturulmasına katkı sağlanması
gibi öncelikler dikkat çekmektedir.
Bilgi toplumunun geliştirilmesi için ise;
- Bilgi akışının etkinliğinin artırılması,
- Çevre ve iletişim hizmetleri gibi belirli projelerde ortak hareketin uluslararası alanda sağlanması,
- Yeni bürokratik oluşumların veya müesseselerin asgariye indirilmesi veya azaltılması,
- Sanayi, üniversite, yönetim ve devlet kurumları arasındaki işbirliğinin artırılması
için uluslararası düzeyde yeni adımların atılmasına çalışılmaktadır. Ayrıca, enerji yönetimi ve sağlık alanlarındaki faaliyetlerin uluslararası boyutu giderek önem kazanmaktadır. Çevre ve tabii kaynakların kullanımı ve yönetimi de ihmal edilmeyecek bir noktaya gelmiştir.
Bütün bu yeni gelişmeleri değerlendiren veya analiz eden yayınların sayısı, son yıllarda giderek artmaktadır.
Bilgi toplumu üzerine yapılan araştırmalar; bilgisayar, uzay teknolojileri ve nanoteknolojinin günlük hayatımızda daha da önemli hale geleceğini göstermektedir. Başka bir nokta ise, insanların bilgi akışı karşısında zaman kaybetmemek için gelecekte son derece bilinçli ve seçici olması gerektiğidir.
Sonuç olarak, bilim alanındaki çarpıcı gelişmeleri daha etkin bir şekide takip edebilmek ve proaktif politikalar uygulayabilmek için; eğitimin her kademesinde ve yüksek öğretimde bilgi teknolojilerinin kullanımı ve yaygınlaştırılması konusu, ele alınması gerekenler arasında ilk sıralarda yer almalıdır. Bu alanda ABD, İsveç, Danimarka, Norveç ve Finlandiya gibi ülkeler en fazla gelişme kaydedenler arasında bulunmaktadır.
Giderek genişleyen global eğitim pazarında rekabet de aynı oranda hızlanmaktadır. Kalite, rekabet ve eğitim arasındaki dengenin kurulabilmesi oldukça önemlidir. Bu bağlamda, eğitimde kamu ve özel sektörün yeri ve sorumluluğu yeniden tarif edilmelidir.
Yüksek öğretimde sınırötesi gelişmelere ayak uydurabilmek ve bu gelişmelere zamanında cevap verebilmek için, bu alanda da proaktif bir yapılanmaya gidilmelidir.